özet Erkut
Sezgin
Dil
Felsefesinin Işığında Mitoloji, Bilim ve Din
Dilin Kurallarıyla Formlanan Benzer
ve Farklı Yaşam Pratikleri
Olarak Mitos
.
What
good is a book that does not even carry us beyond [über] all books. (
Nietzsche,Gay Science §248
Bütün
kitapların ötesine taşımıyorsa bir kitap neye yarar. ( Nietzsche,Gay Science §248).
Özet:
“Mitoloji” ve “Bilim” kavramlarını,
dilde anlam farklarının dış bağlantılı adlandırmalarla temsil
edilmesinin ve kurallaşmasının imkanının heterojen bir konfigürasyon bağlamına
iç bağlantılı olduğunu kendimize saydam kılarsak, bu kavramsal ayrımın
kategorik bir öz ayrımı olmadığını;
farklı tarihsel kültürel konfigürasyon bağlamlarına bağlı olarak dilin
farklı kurallaşan paradigmalarıyla
örülen yaşam pratiklerinin (mitosların) birbirini yargılayacak bir öz bilgiye
dayalı olmadığını; hepsinin benzer ve farklılıklar içeren sanı (mitos) pratikleri olduğunu fark ederiz.
Burada “bilimsel kültür” pratiğinin farkı, ancak bilimsel kavramların
kurallarını saydamlaştıran felsefe ile bağını kurmakla anlaşılabilir. Yoksa,
dilin araçları olan adlandırmaların kavramsal anlam farklarını nasıl temsil
ettiği üzerinde anlayış yoksunluğu daima, bu anlam farklarının temsil ettiği
doğruluk/kesinlik inanışlarının ördüğü yaşam pratiğini ideolojik bir katılaşmanın mantığıyla mutlaklaştırır. Bu saydamlık yoksunluğu
bilimsel kavramların araç sonuç amaçlı kurallarıyla teknoloji üreten ve yaşam biçimini teknolojik
olarak dönüştüren kültürün içine doğan insanları, bilimsel kültürün kendi
farklarıyla bir mitos pratiği olduğunu fark etmek yerine, “mitoloji ve bilim”
arasında kategorik/özcü ayrımlar yapmaya yetkili bir mantık kurgusunun
sanılarına hapsetmekte. Buradaki saydamlaşma eksikliği, bilimsel mantığın
paradigmalarının kurallaşmasını mutlaklaştırma eğilimini örtük veya açık beraberinde getirdiği için, felsefede
ontolojik öz inanışlarını dilin kurallarıyla bağlantı içinde saydamlaştırma
yöntemi felsefe için olmazsa olma bir yöntemdir. Bu nedenle, “felsefe” de, dildeki
kurallaşmaların imkan bağlamında saydamlaşmak yerine epistemolojik teoriler kurgulayan aklı temel aldığı zaman,
bu akıl kendi mantığının aksiyomatik
öncülleri olan doğruluk/kesinlik inanışlarına, onların paradigmatik
katılaşmasına kör kalmakta; kendi mitos’ununun yapılanmasının farkında olmayan
dil pratiklerinin birbirini dışlayan, yargılayan özcü sanılarının ideolojik
döngülerine hapsolmakta. Bazen, “felsefeyi bitirmek, sonlandırmak” olarak
seslendirilen söylemi bu saydamlaşmanın dolayımından hareketle anlarsak, bu
sözleri teori kurgulama anlamında öncülleri akla saydam kılınmamış ideoloji
üretmeye yatkın düşünceler kurgulamakla
karşıtlık içinde anlamak gerekir. Bu ise, yine felsefi çözümlemelerin
saydamlaşma etkinliği içinden açıklık kazanan bir anlayış olarak felsefenin
sonlandırılamaz bir saydamlaşma etkinliği olduğunu anlamaya bir yol oluşturur.
Sonlandırılamaz
saydamlaşma, Transendental özne - nesne yöneliminin iç bağlantılı formlanmasını
auto-hetero afektif temas noktasından
hareketle saydamlaştıran bir aydınlanma dolayımı olarak, Evrensel imkan
bağlamının iç bağlantılı heterojen konfigürasyon örüntüsünde formlanan insan biçimsel anlam
formunun farklı tarihsel kültürel konfigürasyonlar ören ve onların kurallarıyla
örülen farklı tarihsel toplumsal,
psikolojik kimlik, kendilik deneyimlerinin bellek ve imgelem yapılanmasını saydamlaştırmakta.
Bu
bağlam, Fernando Pessoa’nın heteronomik yazımına eklemlendirdiği şiir dilinin
dolayımında, klasik anlamda yazan yazarı ve şairi, kendine merkez aldığı
benlik/öznellik deneyiminin tarihsel nesnel dünyasının, psikolojik duygu ve
duyumlarının üzerinden aşırmakta.
Tarihsel kültürün belirlediği şairi, yazarı, veya okuru heterojen imgelem dünyasında gezindirmekte;
şairi, yazarı veya okuru kendi benlik merkezinden çıkararak farklı bağlamlarda
farklı duyuşları seslendirdiği; ne öznel ne nesnel kutuplu olarak
düşünülemeyecek bir bağlamda saydamlaşmaya açmakta. Felsefeciye de bu bağlamda
teorik analiz sentez mantık kurgusu içinde düşünmek yerine, ben merkezli mantık kurgusunun belleğin, imgelemin ve dünyanın içiçe
bağlantılı örüldüğü alanda, Tam da Wittgenstein’ın aradığı saydamlığa bir katkı
olarak bir kontrast ışığı sunmakta.
Bu
kontrast ışığın dilin kurallarıyla yapılanmış akla nüfuz etmesi felsefenin
heterojen imgelem aracılığıyla dilde ifade biçiminin formlanmasının imkan
bağlamıyla iç bağlantılı formlanmasının auto-hetero afektif doğrudan temasla
saydamlaştırılmasıyla mümkün olmakta.
Wittgenstein
bu saydamlaştırma yöntemini Goethe’den esinle, bitkilerin formlanmasının
kategorik öz ayrımlı değil, iç bağlantılı bir organizmanın dalları, yaprakları
gibi dilin formlarının da çevresindeki formlanma ile iç
bağlantılı formlandığı bağlam olarak
dildeki farklı kurallaşmaların, farklı dil pratiklerinin mantığını,
bellek ve imgelem yapılanmasını saydamlaştırmanın sinoptik “mekanı” olarak
alır. Bu saydamlaşma, artık, “organik” “inorganik” vs. adlandırmaların
kökenindeki iç bağlantılılığı dolayımlayan bağlam olarak, transendental
kontrast bir ışık olarak dilin temsil araçlarının kurallarıyla düşünmesi
yapılanmış zihnin bellek ve imgelem yapılanmasını aydınlatır.