9 Ocak 2024 Salı

Dil Felsefesinin Işığında Mitoloji, Bilim ve Din

 

özet                                        Erkut Sezgin

            Dil Felsefesinin Işığında Mitoloji, Bilim ve Din

           Dilin Kurallarıyla Formlanan Benzer ve Farklı Yaşam Pratikleri   

                                            Olarak  Mitos 

.

What good is a book that does not even carry us beyond [über] all books. ( Nietzsche,Gay Science §248

Bütün kitapların ötesine taşımıyorsa bir kitap neye yarar. ( Nietzsche,Gay Science §248).

 

 

 

Özet: “Mitoloji” ve “Bilim” kavramlarını,  dilde anlam farklarının dış bağlantılı adlandırmalarla temsil edilmesinin ve kurallaşmasının imkanının heterojen bir konfigürasyon bağlamına iç bağlantılı olduğunu kendimize saydam kılarsak, bu kavramsal ayrımın kategorik bir öz ayrımı olmadığını;  farklı tarihsel kültürel konfigürasyon bağlamlarına bağlı olarak dilin farklı kurallaşan  paradigmalarıyla örülen yaşam pratiklerinin (mitosların) birbirini yargılayacak bir öz bilgiye dayalı olmadığını; hepsinin benzer ve farklılıklar içeren  sanı (mitos) pratikleri olduğunu fark ederiz. Burada “bilimsel kültür” pratiğinin farkı, ancak bilimsel kavramların kurallarını saydamlaştıran felsefe ile bağını kurmakla anlaşılabilir. Yoksa, dilin araçları olan adlandırmaların kavramsal anlam farklarını nasıl temsil ettiği üzerinde anlayış yoksunluğu daima, bu anlam farklarının temsil ettiği doğruluk/kesinlik inanışlarının ördüğü yaşam pratiğini  ideolojik bir katılaşmanın mantığıyla  mutlaklaştırır. Bu saydamlık yoksunluğu bilimsel kavramların araç sonuç amaçlı kurallarıyla  teknoloji üreten ve yaşam biçimini teknolojik olarak dönüştüren kültürün içine doğan insanları, bilimsel kültürün kendi farklarıyla bir mitos pratiği olduğunu fark etmek yerine, “mitoloji ve bilim” arasında kategorik/özcü ayrımlar yapmaya yetkili bir mantık kurgusunun sanılarına hapsetmekte. Buradaki saydamlaşma eksikliği, bilimsel mantığın paradigmalarının kurallaşmasını mutlaklaştırma eğilimini örtük veya açık  beraberinde getirdiği için, felsefede ontolojik öz inanışlarını dilin kurallarıyla bağlantı içinde saydamlaştırma yöntemi felsefe için olmazsa olma bir yöntemdir.  Bu nedenle, “felsefe” de, dildeki kurallaşmaların imkan bağlamında saydamlaşmak yerine epistemolojik  teoriler kurgulayan aklı temel aldığı zaman, bu akıl kendi mantığının  aksiyomatik öncülleri olan doğruluk/kesinlik inanışlarına, onların paradigmatik katılaşmasına kör kalmakta; kendi mitos’ununun yapılanmasının farkında olmayan dil pratiklerinin birbirini dışlayan, yargılayan özcü sanılarının ideolojik döngülerine hapsolmakta. Bazen, “felsefeyi bitirmek, sonlandırmak” olarak seslendirilen söylemi bu saydamlaşmanın dolayımından hareketle anlarsak, bu sözleri teori kurgulama anlamında öncülleri akla saydam kılınmamış ideoloji üretmeye yatkın  düşünceler kurgulamakla karşıtlık içinde anlamak gerekir. Bu ise, yine felsefi çözümlemelerin saydamlaşma etkinliği içinden açıklık kazanan bir anlayış olarak felsefenin sonlandırılamaz bir saydamlaşma etkinliği olduğunu anlamaya bir yol oluşturur. Sonlandırılamaz saydamlaşma, Transendental özne - nesne yöneliminin iç bağlantılı formlanmasını auto-hetero afektif  temas noktasından hareketle saydamlaştıran bir aydınlanma dolayımı olarak, Evrensel imkan bağlamının iç bağlantılı heterojen konfigürasyon  örüntüsünde formlanan insan biçimsel anlam formunun farklı tarihsel kültürel konfigürasyonlar ören  ve onların kurallarıyla örülen farklı tarihsel toplumsal, psikolojik kimlik, kendilik deneyimlerinin bellek ve imgelem yapılanmasını saydamlaştırmakta. Bu bağlam, Fernando Pessoa’nın heteronomik yazımına eklemlendirdiği şiir dilinin dolayımında, klasik anlamda yazan yazarı ve şairi, kendine merkez aldığı benlik/öznellik deneyiminin tarihsel nesnel dünyasının, psikolojik duygu ve duyumlarının üzerinden aşırmakta.  Tarihsel kültürün belirlediği şairi, yazarı, veya okuru  heterojen imgelem dünyasında gezindirmekte; şairi, yazarı veya okuru kendi benlik merkezinden çıkararak farklı bağlamlarda farklı duyuşları seslendirdiği; ne öznel ne nesnel kutuplu olarak düşünülemeyecek bir bağlamda saydamlaşmaya açmakta. Felsefeciye de bu bağlamda teorik analiz sentez mantık kurgusu içinde düşünmek yerine, ben merkezli  mantık kurgusunun  belleğin, imgelemin ve dünyanın içiçe bağlantılı örüldüğü alanda, Tam da Wittgenstein’ın aradığı saydamlığa bir katkı olarak bir kontrast ışığı  sunmakta.      

Bu kontrast ışığın dilin kurallarıyla yapılanmış akla nüfuz etmesi felsefenin heterojen imgelem aracılığıyla dilde ifade biçiminin formlanmasının imkan bağlamıyla iç bağlantılı formlanmasının auto-hetero afektif doğrudan temasla saydamlaştırılmasıyla mümkün olmakta.

Wittgenstein bu saydamlaştırma yöntemini Goethe’den esinle, bitkilerin formlanmasının kategorik öz ayrımlı değil, iç bağlantılı bir organizmanın dalları, yaprakları gibi dilin formlarının da çevresindeki formlanma  ile  iç bağlantılı formlandığı bağlam olarak  dildeki farklı kurallaşmaların, farklı dil pratiklerinin mantığını, bellek ve imgelem yapılanmasını saydamlaştırmanın sinoptik “mekanı” olarak alır. Bu saydamlaşma, artık, “organik” “inorganik” vs. adlandırmaların kökenindeki iç bağlantılılığı dolayımlayan bağlam olarak, transendental kontrast bir ışık olarak dilin temsil araçlarının kurallarıyla düşünmesi yapılanmış zihnin bellek ve imgelem yapılanmasını aydınlatır.